ANAYURT ORTA ASYA
TÜRKLERİN ANA
YURDU
Türklerin Tarih
sahnesine ilk çıktıkları bölge, yani Türklerin ana yurdu üzerine çeşitli
görüşler vardır. Maddî kültür unsurları, dil hususiyetleri ya da tarihî realite
bakımından konuyu değerlendiren bilim adamları, Orta Asya'daki çeşitli kültür
çevrelerini Türklerin ana yurdu olarak kabul ederler. Esas itibariyle, bu
yöndeki ilk çalışmalar batılı bilim adamları tarafından ortaya konmuştur.
Gerçekte XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl başlarında başlatılan araştırmalarla,
batı kendi tarihinin köklerini aramaya koyulmuş, fakat neticede, hiç hesaba
katmadıkları bir milletin yani Türklerin, kendilerine has kültür ve
medeniyetleriyle karşı karşıya gelmişlerdir.
Bu gerçek karşısında,
batılı bilim adamları yoğun çalışmalarda bulunmuşlar ve Türklerin tarih
sahnesine çıktıkları yer ve zaman hususunda çeşitli nazariyeler sunmuşlardır.
J. Klaproth (1824), J. Von Hammer (1832), W. Schott (1836), M.A. Castren
(1856), A. Vambery (1885) ve E. Oberhummer (1912) gibi ilk âlimler Altaylar ve
çevresini Türklerin ana yurdu olarak gösterirken, W. Koppers (1937), W. Radloff
(1891), G.J. Ramstedt (1928), L.Ligeti (1940) ve K.H. Menges (1968) gibi dilci
ve tarihçiler Altaylar'ın doğusu ve Kadırgan Dağlarına kadar olan bölgelerde
Türk ana yurdunu aramışlardır ve bu görüşü ünlü Türkolog Barthold da
desteklemektedir.
J. Strzygowsky (1935),
O. Menghin (1937), İ. Zichy gibi sanat ve kültür tarihçileri ise Altaylardan
Urallar'a kadar uzanan sahaya sıcak bakmışlardır1. Bu görüşleri değerlendirerek
ana yurdun coğrafî sınırlarını tespit etmek mümkündür. Ancak araştırmalarda
belirtilen ve arkeolojik bulguların yer aldığı daha belirli ve dar bir bölgeyi
ana yurt olarak tespit etmek ve kabullenmek hem zor hem de sakıncalıdır. Çünkü
dinamik ve hareketli bir kavim olan Türkler, en eski devirlerden itibaren geniş
bir alana yayılmışlar ve kültürlerini buralara götürmüşlerdir. Atı
ehlileştirerek âdeta onunla bütünleşen Türkler, konar-göçer yaşantılarını
bozkır coğrafyasında hâkim kılmıştır. Bu sebeple daha geniş çerçevede
düşünülecek olursa, Türklerin ana yurdu Orta Asya bozkırlarıdır, Orta Asya'nın
sınırları doğuda Baykal gölünden Batıda Hazar ve Ural dağlarına; kuzeyde
Sibirya bozkırlarından güneyde Tanrı dağları ve Gobi çölüne uzanmaktadır.
Bu coğrafyanın, bütün
dünya tarafından kabul edilmiş siyasî adı ise Türkistan'dır. Türkistan'da Konar
göçer bozkır medeniyetinin M.Ö. devirlere giden pek çok kültür çevresi yer
alır. Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasıyla istiklâllerini kazanan
Türkistan'daki Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarına ait topraklarda yapılacak
incelemeler Türklerin tarih sahnesine çıkışlarına dair yeni belge ve bulguları,
elbette ki, gün yüzüne çıkaracaktır. Dolayısıyla Türk ana yurdunu Orta Asya'da
dar bir bölgeye sıkıştırmak hem tarih ve kültür birliğini muhafaza etmek hem de
ilmî gerçekler açısından doğru değildir. Nitekim aşağıda gösterilen Türk kültür
çevrelerinin zenginliği de buna delâlet eder.
Ana yurtta yer alan ilk
kültür çevreleri: Arkeolojik kazılar ve araştırmalar Orta Asya medeniyetinin
M.Ö. V. bine kadar uzandığını göstermektedir. Batı Türkistan'da, bugünkü
Aşkabat çevresinde yapılan kazılarda, M.Ö.V. bine ulaşan yerleşme merkezleri
bulunmuştur. Anav kültürü olarak bilinen bu medeniyetin kimlere ait olduğu
kesinlik kazanmamış ise de Türklerin bu bölgedeki varlıklarının ilk izlerini
yansıtabileceği düşünülen ipuçlarını vermesi açısından Anav önemli bir
merkezdir .
Proto-Türklere ait
olduğu hemen hemen aşikar olan ilk kültür çevresi Altay-Sayan dağlarının kuzey
batısında yer almaktadır. M.Ö. III. bin başlarına ait bu eski kültüre
Afanasyevo kültürü denilmektedir. Bu kültürün en büyük özelliği Türk sosyal
hayatının ilk örneğini yansıtmasıdır. Bu kültürde atın ehlileştirildiği ve
koyun beslendiği görülmektedir. Ayrıca toprak kaplar, bakır ve tunçtan yapılmış
çeşitli silâh ve süs eşyaları da bulunmuştur.
Bu kültürün devamı olan
Andronovo kültürü ise Altaylardan, Ural dağları-Aral gölü çevresine kadar
yayılmıştır. (M.Ö.1700-1200). Bu kültürde tunçtan ve altından eşya yapımının
geliştiği bilinmektedir. Andronovo kültürü özelliklerini yansıtan diğer bir
kültür ise Yenisey-İrtiş çevresinde yer alan Karasuk kültürüdür (M.
Ö.1300-800). Tuva ve Abakan bozkırları ile Baykal gölü havzasında bulunan
hayvan figürlü kaplar ve silâhlar bu kültürlerde benzerlik gösterir.
Karasuk kültürünün en
büyük özelliği demirin işlenip, silâh yapımında kullanıldığı ilk kültür
olmasıdır. Bu kültür çevresinde insanlar keçe çadırlarda yaşayıp, tekerlekli
arabalar kullanıyorlardı. Minusinsk ve Abakan bölgesinden Altaylara uzanan
bölgede Tagar kültürü olarak bilinen ve M.Ö.700'e tarihlenen buluntularda demir
işçiliğinin nadir örnekleri yer almaktaydı. Ayrıca M.Ö. 3.yüzyıla ait, Orhun ve
Selenga boylarına değin uzanan Pazırık kültürü, binlerce yıllık Türk kültürünün
Hun çağına nasıl ulaştığını gösterir. Bütün bu buluntular Türk coğrafyasının
tabiî sınırlarını tespit etmek açısından da büyük bir öneme sahiptir.
Orta Asya'daki Türk
kültür çevrelerinde, kurganlarda bulunan bazı eşyalar, Türklerin çok eski
zamanlardan beri konar göçer hayata has bir kültür geliştirdiklerini aşikâr
kılar. Av ve savaş aletleri, demir ve deriden çeşitli eşyalar ve at ile kurt
ağırlıklı hayvan figürlü kaplar, bu yaşayışın temel hususiyetlerini bizlere
gösterir. Nitekim Türklere ait menşe efsaneleri ve Ergenekon Destanı gibi
mitolojik olaylarda da bu motifler ön plândadır. Dolayısıyla, maddî buluntular
ve Türk mitolojisi, Türklerin tarih sahnesine çıktığı yer ve zaman hususunda
tamamen uygunluk arz etmektedir.
Yukarıda belirtmeye
çalıştığımız bu büyük coğrafyada yaşayan Türk devlet ve topluluklarının
varlığı, aynı zamanda onların büyük bir tarihe ve kültüre de sahip olduklarının
açık bir
delilidir. Her ne kadar yaşanılan topraklar çok geniş ve
dağınık gibi görünüyorsa da, aslında bütün Türk kavim ve topluluklarını
birbirine bağlayan ortak bir tarih ve kültür daima var olmuştur. Dolayısıyla,
Türk tarihini bir bütünlük içerisinde ele almak ve değerlendirmek şarttır. Bu
açıdan değerlendirildiğinde kurulan her Türk devleti birbirinin devamından ibarettir.
Ayrı coğrafya veya zamanda ortaya çıkmış olsalar veya ayrı medeniyet dairesinde
yer alsalar bile, Türk tarihinin, anlayışının ve yaşayışının ortak değerlere
sahip olduğu unutulmamalıdır.
Nitekim Türkiye
Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı forsunda ifade edilen ortadaki güneş (Türkiye
Cumhuriyeti) ve çevresinde halka oluşturan 16 yıldız (tarihte kurulmuş olan
Türk devletleri), bu birliği sembolize etmektedir. Elbette Türklerin kurduğu
devlet sayısı 16 değildir. Türkler tarih boyunca irili ufaklı yüzü aşkın devlet
kurmuştur. Hatta cumhurbaşkanlığı forsunda belirtilen Türk devletlerine ait
bazı bayraklar, tarihî kayıtlarda geçen bazı işaretlerden yola çıkılarak
çizilmiş, sembolik bayraklardır. Ancak asıl önemli olan husus bu devlet ve
bayraklarla ifade edilen "tarih ve kültür birliği"nin devletimiz
tarafından resmen kabul ve teyit edilmesidir. Aşağıda, aralarında 16 Türk
devletinin bulunduğu, tarihî silsile içerisine yaşamış ilk Türk devletleri ve
toplulukları özetlenmiştir.
ASYA HUNLARI
Ana vatan coğrafyası
içerisinde kurulan ilk büyük Türk Devleti Hun Devletidir. Çin kaynaklarında
Hiung-nu diye adlandırılan Hunlar ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. I. bin yıllarına
kadar çıkmaktadır. Ancak Çin kaynaklarındaki bilgiler, Hunların güçlenmeleriyle
birlikte M.Ö. IV. yüzyılın sonlarına doğru artmaktadır. Bu tarihlerde Hunlar,
Ötügen merkez olmak üzere Orhun bölgesi ve Altay dağları civarında
oturuyorlardı.
M. Ö. III. yüzyılın
ikinci yarısına doğru Hiung-nu yani Hun boylarının Çin üzerindeki baskıları
iyice artırmıştır. Çinliler, kuzeyden gelen saldırılara karşı, çok eski
devirlerden itibaren kuzey sınırı boyunca savunma duvarları yapmaya
başlamışlardı. Nihayet artan Hun saldırılarına karşı, sınırdaki bu duvarların
birleştirilmesi M.Ö. 214 yılında tamamlanmış ve meşhur Çin Seddi ortaya
çıkmıştır.Hunların bilinen ilk hükümdarı, Şanyü ûnvanını taşıyan, Tuman
(Teoman)dır. Hunlar, Tuman zamanında güçlü bir siyasî birlik olarak ortaya
çıkmışlardır. Tuman, oğlu Mete ile giriştiği siyasî mücadele neticesinde
ortadan kaldırılmıştır (M.Ö. 209). Çin kaynaklarının Mete (Mao-tu) adını
verdikleri bu büyük hakanın adının Türkçe karşılığının, Bagatur veya Bahadır
gibi bir ad olduğu sanılmaktadır. Mete, Hun tahtının meşru varisi olmasına
rağmen, üvey annesinin kışkırtmasıyla, babası tarafından Hunların düşmanı olan
Yüeçilere rehin olarak verilmişti. Buradan kaçmayı başaran Mete, babasına karşı
mücadeleye girişti.
Demir bir disiplin
altında yetiştirdiği ordusuyla babasını yenerek ortadan kaldırmıştır. Böylece
M.Ö.209 yılında Hun çağının en parlak devri olan Mete devri de başlamış
oluyordu. Bu tarihî olay "Oğuz Kağan Destanı"nda, Oğuz Kağanın
babasıyla yaptığı mücadeleye ilham olmuştur.Devleti yeniden eşkilâtlandıran
Mete, doğudaki Moğol-Tunguz kabileleri birliği Tung-hular'ın ısrarlı toprak
taleplerine savaş ile karşılık verip onları perişan ettikten sonra,
güney-batıya dönerek, İpek Yolu'na hâkim durumdaki Yüeçiler üzerine yürüdü.
Yüeçileri daha batıya sürdü. Ardından Çin topraklarına giren Mete, Çin
İmparatoru Kao-ti'nin 320 binlik tamamı piyadelerden oluşan ordusunu, Turan
taktiği ile çember içine aldı. İmparator, ancak Hunların bütün şartlarını kabul
ederek kendisini ve ordusunu kurtarabilmiştir(M.Ö.201) Yapılan anlaşmaya göre
Çin İmparatoru, Hunların yaşadığı bütün toprakları Hun devletine bırakmayı,
yıllık vergi yanında yiyecek ve ipek vermeyi kabul etmek zorunda kalmıştır.
Bir süre sonra Mete,
Isık göl etrafında oturan Vusunları hâkimiyeti altına aldı. Böylece devletin
sınırları, doğuda Mançurya'dan batıda Aral gölüne, kuzeyde Sibirya'nın
içlerinden güneyde Çin Seddi ve Tibet'e kadar uzanmış oluyordu. Mete bu
sınırlar içinde yaşayan bütün konargöçer kavimleri bir bayrak altında toplamış
ve M.Ö. 177'de Çin hükümdarına yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan
herkes Hun oldu" diyerek millet olma şuuruna güzel bir örnek vermiştir.
Büyük Hun Hakanı Mete'nin yönetim ve askerlik alanında yaptığı düzenlemeler,
Türk devlet geleneğinde önemli bir başlangıçtır.
Sonradan kurulacak Türk
devletleri de, bu gelenek üzerinde yeşereceklerdir. Mete M.Ö. 174'te ölünce
yerine oğlu Kiyük geçti. Kiyük, Tanrı dağları civarını ellerinde tutan
Yüeçiler'i, kesin olarak mağlûp ederek, batıya sürmüş, Yüeçilerin batıya göçü
ise Batı Türkistan, Afganistan ve Hindistan için önemli sonuçlar doğuracak olan
bir kavimler hareketine sebep olmuştur. Mete'nin Çin ile yaptığı anlaşma, onun
döneminde de devam etmiş ancak M.Ö.166 yılında Çin'e bir sefer düzenlemiştir.
Kiyük'un ölümünden sonra
(M.Ö.160) Çin, politikasını değiştirerek, Hunlara üstünlük sağlamak için büyük
reformlara girişmiş ve ordusunu Hunları örnek alarak yeniden tanzim etmiştir.
Ayrıca Hun siyasî birliğini içten parçalamak maksadıyla iç mücadeleleri ve bazı
kavimleri kışkırtmıştır. Bu faaliyetlerinin sonuçlarını almakta gecikmeyen Çin,
Kiyuk'un oğlu Kun-şin (M.Ö.160-126) devrinden itibaren inisiyatifi ele geçirir.
Bu dönemden sonra gerileme dönemine giren Hun akınları kuzeyde durdurulurken,
Çin'in karşı saldırıları ile İpek Yolu üzerindeki memleketler de birer birer
elden çıkmaya başlamıştır. İpek Yolu'nun kontrolünün Çinlilerin eline geçmesi
Hunlar için tam bir yıkım olmuş, iktisadî ve siyasî bakımdan yaşanan zorluklar
Hunların ikiye bölünmesiyle neticelenmiştir. M.Ö. 58 yılında tahta çıkan Ho-han
Ye'nin sıkıntıları aşmak için Çin'e tâbi olunması gerektiği fikrini savunması
ve bunu şerefsizlik sayan kardeşi Çi-çi'nin ona karşı çıkması üzerine Hunlar
ikiye bölündüler.
Ho-han-ye Çin himayesini
kabul edip, halkının bir kısmını Çin'in kuzey sınırındaki Ordos'a gönderirken,
Çin'e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi, kendine bağlı boylarla batıya çekildi
(M.Ö.54 ) ve Çu-Talas boylarında bağımsızlığını ilân etti. Çi-çinin kurduğu
Batı Hun Devleti fazla ömürlü olamadı. Çi-çi, Talas ırmağı boylarında kurduğu
şehirde kalabalık Çin ordularının muhasarasına maruz kaldı. Meydan savaşına
alışkın olan Hun ordusu, kale savunmasında başarılı olamayarak, Çinliler
tarafından imha edildi (M .Ö. 38) ve böylece batıdaki Hun devleti yıkılmış
oldu. Çin'e bağlanan Hunlar da kısa bir süre için güçlenmişlerse de M.S.48
yılında bu devlet de kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüştür. Kuzey
Hunları, batıdaki Hunlarla birleşirken, Güney Hunları Çin sınırına yerleşmiş ve
M.S.216 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Çin hâkimiyetindeki 5
bölgede 19 boy hâlinde teşkilâtlanan Hunlar, gittikçe çoğalarak siyasî bir güç
oluşturmuşlar ve nihayet 4.yy'dan itibaren, Çin'deki iç savaşlardan da
yararlanarak, Kuzey Çin'de dört devlet kurmuşlardır:
1-Kuzey Çin
merkezli, Han ve Ön Chao devleti (304-329)
2-Kuzey-doğu Çin
merkezli, Arka Chao devleti (319-351)
3-Kansu'da,
Kuzey Liang devleti (401-439)
4-Ordos'ta, Hsia
(407-431)
Bu Hun devletlerinin
ortak özelliği, hâkimiyetlerini Çin'in tamamında meşru kılmak maksadına sahip
olmaları ve bu nedenle de Çin isimlerini seçmeleridir.Nitekim devlet anlayışı
ve yaşayış bakımından bu devletler Hun karakterini muhafaza etmişlerdir.
TÜRKLERİN ORTA
ASYA’DAN ÇIKIŞI VE GÖÇLER GÖÇLER
Türklerin tarih
içerisinde çok geniş bir coğrafyaya yayıldıkları ve göç ettikleri bölgede güçlü
devletler kurduklarını biliyoruz. Bu Türk göçleri, atalarımızın ilkel göçebe
bir toplum yapısına sahip oldukları gibi, yanlış ve haksız bir iddianın da
mesnedi olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki bu göçlerin sebep ve
sonuçları göz önüne alındığında, Türklerin ilkel göçebe bir anlayışla değil,
aksine, kendine has yüksek bir kültür ve medeniyetin sahibi ve yayıcısı olarak
göç ettikleri görülür. Dünya üzerinde atı ilk kez ehlileştiren ve onu binek
hayvanı olarak kullanan Türkler, atın sağladığı hız ile yüksek devlet ve toplum
telâkkilerini geniş coğrafyalar üzerinde hâkim kılmıştır. Konar göçer, atlı
yaşantının temelinde büyük oranda hayvancılık ve kendine yeterli bir ziraat
kültürü yer alır. Dolayısıyla, Türk göçleri bu yaşantıya uygun olan sahalara
doğru olmuştur. Hem Türk tarihi hem de Dünya tarihi üzerinde çok büyük
tesirleri olan bu göçlerin birçok sebepleri vardır. Bu sebepleri şöyle
sıralayabiliriz:
1-GÖÇLERİN SEBEPLERİ
İktisadî ve Sosyal
Sebepler: Daha çok hayvancılıkla geçimlerini sağlayan Türkler, kuraklık, salgın
gibi tabiî olayların etkisiyle göç etmek zorunda kalmışlardır. Otlakların
yetersiz kalması veya nüfusun artması, Türkleri, iklimi ve coğrafyası müsait
yeni bölgelere sevk etmiştir. M.S.IV. yüzyıldaki Hun göçlerinde, Orta Asya'da
hüküm süren "kuraklık"ın etkili olduğunu biliyoruz.
Toprağın artan nüfusu
besleyemez hâle gelmesi veya hayvanlar için yeterli otlakların kalmaması,
iktisadî düzeni sarstığı zaman, Türkler, kendi yaşantılarına uygun, tabiatın
zengin ve nispeten nüfusun az olduğu bölgelere yönelmişlerdir. Selçuk Bey ve
Arslan Yabgu'ya bağlı Türkmenlerin Horasan ve Harezm'e göçmeleri veya XI.-XII.
yüzyıllarda, Anadolu'nun Selçuklular tarafından fethinde bu durumu görebiliriz.
Siyasî Sebepler: Yabancı kavimlerin baskısı veya kendi aralarındaki hâkimiyet mücadelesi
göçlerin diğer bir sebebidir. Meselâ XI. yüzyıldaki Kitanlar'ın hücumu
Türklerin batıya göçlerini beraberinde getirmiştir. Orhun-Yenisey'deki Uygur
Devleti'nin 840 yılında yine bir Türk kavmi olan Kırgızlar tarafından ortadan
kaldırılması, Kutlu yurt Ötügen'in elden çıkmasıyla neticelenmiş ve Uygurlar,
Turfan, Kansu, Tarım Havzası gibi daha güneydeki bölgelere göç etmek zorunda
kalmışlardır. Belki de Uygurların meşhur "Göç" destanı bu olayın
hatırasını taşımaktadır.
Destanda vatanı sembol
eden "Kutlu Dağ"ın Çinlilere verilmesi ve Çinliler tarafından dağın
parçalanarak Çin'e götürülmesi, ülkede felâket ve kuraklığa sebep olur ve bütün
canlı cansız mahlûkat "göç, göç" diye inler. Bu ilâhî emre uyan
Uygurlar, Beşbalıg'ın olduğu yere gelerek beş ayrı şehir kurarlar. İlkel
göçebelerde görülmeyen bu mukaddes vatan anlayışı, istiklâl ile
perçinlenmektedir. Türkler, istiklâlini kaybetmektense göç etmeyi yeğlemişler
ve kendilerine yeni vatan aramışlardır. Türklerdeki bu güçlü vatan oluşturma ve
devlet kurma geleneği, atalarımızı yeni fetihlere sürükleyen diğer önemli bir
sebeptir. Zaman içerisinde, dünyayı huzur ve sükûna kavuşturmayı, insanları
adalet ve eşitlik içinde yönetmeyi töresinin bir hususiyeti olarak hedefleyen
bu fütuhat anlayışı, Türklerde, "Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi"nin
doğmasını sağlamıştır.
Dolayısıyla Türk göçleri
ilkel göçebe anlayışından farklıdır. Göçebeler vatan kavramını tanımayan,
nerede duracağı belli olmayan ilkel topluluklardır. Türkler ise vatan kabul
ettikleri ülkede, belirli yaylak ve kışlaklar arasında yaşayan
"töreli" bir millettir. Bu sebeple eski Türkler konar göçer bir hayat
yaşamaktaydılar.
TÜRKLERİN
YAŞADIKLARI YERLER
Milâttan Önce Türklerin
Yayıldıkları Sahalar: Altay-Sayan dağlarının kuzey-batı kesimlerinde yaşayan
Andronovo kültürü insanı, M.Ö.1700'lü yıllarda Altay, Tanrı dağları ve
Maverâünnehir' e kadar olan bölgelere uzanmaktaydı. M.Ö. 1100 yıllarında aynı
kültür Çin'in kuzeyindeki Ordos ve Kansu bölgesinde görülmekteydi. M.Ö. IV.
yüzyıldan itibaren Hazar ve güney Rusya da Türklerin yaşadıkları bölgeler
arasına girmiştir. Bu duruma en iyi örnek mühim bir kısmını Türk kabilelerinin
oluşturduğu, konar göçer, atlı kültüre sahip bir kavimler topluluğu olan
İskitler (Sakalar)dir. İskitler, M.Ö . VIII. yüzyılda, Orta Asya'nın Tanrı
dağları ile Hazar denizi arasında kalan geniş bozkırlarında yaşarlarken, daha
sonra göç ederek, Karadeniz'in kuzeyinde, İtil ve Tuna nehirleri arasındaki
düzlüklere yayılmışlardır. M.Ö. VI.-IV. yüzyıllarda Dnyeper ve Dnyester
sahasındaki bazı Slâv zümrelerini hâkimiyetleri altına alan İskitler,
Karadeniz'in kuzeyinde varlıklarını M.Ö.II. yüzyıla kadar devam ettirmişlerdir.
Aynı sahada bulunan ve M.S. II. yüzyıla kadar Don ve Tuna boylarına kadar
uzandıkları bilinen Sarmatlar ile onların içinden çıkan Roksalan ve Yazığların
da en azından yönetici sınıflarının Türk olduğu da iddia edilir. Bu kavimler
Slâv ve Cermen zümreleri üzerinde derin tesirler bırakmıştır.
Bozkır medeniyeti diye
adlandırılan atlı-nomad yaşayışın öncüleri İskitler olmuşlardır. Hun sanatıyla
büyük benzerlik gösteren, geometrik şekiller ve hayvan figürlerinin dikkat
çektiği İskit sanatı, M.IV. ve III. yüzyıllarda doruk noktasına ulaşmıştır.
Milâttan sonra Türklerin yayıldıkları sahalar: Türk göçleri bu dönemde batı
yönünde gelişmeye başlamıştır. Hunlar Orta Asya'dan, Hindistan'ın kuzeyine ve
güney Rusya'ya kadar genişlediler. Bir kısmı Orta Avrupa'ya kadar ilerledi.
Sabar, Avar, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman boyları Hazar ve Karadeniz'in kuzeyi
ile Orta Avrupa ve Balkanlara kadar uzandılar. Kalabalık Oğuz boyları X .-XI.
yüzyıllarda Maverâünnehir üzerinden İran, Irak, Azerbaycan ve nihayet
Anadolu'ya hâkim oldular.
Türk Göçleri,
tarih boyunca doğudan batıya doğru gerçekleşmiştir. Bu istikamet içerisinde
bazı Türk kavimleri Hazar'ın kuzeyinden Avrupa'nın içlerine kadar
yönelirken-Bulgar-Kuman-Kıpçak ve Çağatay dil grubu-, bir kısmı da İran
üzerinden Anadolu ve Orta Doğu'ya göç etmişlerdir- daha çok batı Türkleri'nden
Oğuz boyları-. Bu iki göç yolu üzerinde değişik dil, din ve medeniyetten
topluluklarla temasa geçen Türk kavimleri yüzyıllar boyu bu coğrafyalarda
varlığını sürdürmüştür. Türk bünyesine uymayan inanç sistemlerinin, hayat
tarzlarının benimsendiği ya da zaman içerisinde nüfus bakımından beslenemediği
yerlerde bulunan bazı Türk kavim ve boyları tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
Çin'deki Tabgaç'lar, Orta Avrupa'daki Hunlar ve Balkanlardaki Bulgarlar buna
örnektir. Ancak bu olumsuzluklardan etkilenmeyen Türk toplulukları büyük bir
coğrafyada varlıklarını devam ettirmektedirler.
TÜRK BOYLARININ
YAŞADIKLARI YERLER
Aynı zamanda son
durum için 27.konuda Türk Toplulukları maddesini inceleyebilirsiniz Günümüzde
varlıklarını devam ettiren Türk boyları, ana kütlesini Anadolu, Azerbaycan ve
İran ile Büyük Türkistan'ın oluşturduğu çok geniş bir coğrafyaya
yayılmışlardır. Bu ana kütleden zaman zaman taşan Türkler, daha nispî de olsa,
bugün başka devletlerin elinde bulunan topraklarda da yaşamaktadır. Dolayısıyla
170 milyonu aşan bu büyük Türk Dünyası içerisinde bağımsız yaşayanlar olduğu
gibi, daha az da olsa, başka devletlerin hâkimiyetinde bulunanlar da mevcuttur.
Osmanlı devletini oluşturan Türkiye Türklerinin devamı ve bakiyesi durumundaki
bir kısım Türk nüfusu, bugün, eski Yugoslavya'da; Makedonya ve Üsküp'te,
Bulgaristan'da; Mestanlı, Deliorman, Plevne, Varna, Filibe, Kızanlık'ta,
Yunanistan'da; Batı Trakya ve Ege Adaları'nda, Polonya ve Romanya'da; Dobruca
ve Baserabya'da, Irak'ta; Musul-Kerkük'te, Suriye'de; Münbiç, Azez ve
Lazkiye'de yaşamaktadır. Bu bölgelerdeki toplam Türk nüfusu yaklaşık 7
milyondur.
1991 yılında
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte, komünizmin boyunduruğundan
kurtulan Türk boyları büyük oranda bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Bu
tarihî olay neticesinde Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri
ortaya çıkmış ve böylece 40 milyona yaklaşan toplam nüfusuyla, Türkistan'ın bir
bölümü (Batı) yeniden istiklâline kavuşmuştur. Ancak bazı Türk toplulukları
Sovyetler Birliği'nin yerine oluşturulan Rusya Federasyonu'nun sınırları
içerisinde, İdil
(Volga)- Ural bölgesinde, muhtar cumhuriyetler olarak kalmıştır; Tataristan,
Başkurdistan ve Çuvaşistan. Sibirya'da ise Yakut, Tuva ve Altay özerk bölgeleri
oluşturulmuştur. Buradaki Yakut (Saha),Tatar,Hakas, Tuva, Dolgan gibi Türk
boylarının nüfusu bir milyonu geçmektedir.
Kafkasların haritası da
Sovyetler Birliği'nin dağılması neticesinde değişmiş ve Azerbaycan Cumhuriyeti
ortaya çıkmıştır. 7 milyonu aşan nüfusları ile Azerî Türkleri, Orta Asya ile
Anadolu Türklüğü arasında önemli bir köprü vazifesini görmektedir. Rusya
Federasyonuna dahil olan Kuzey Kafkaslar, pek çok etnik grubun yaşadığı bir
bölgedir. Ancak Ermeni ve Gürcülerin dışında kalan toplulukların çoğu ortak
yaşayış, kültür ve inançlara sahiptir. Bu bölgenin toplulukları için İslâmiyet
belirleyici bir unsurdur. Dağıstan, Çeçenistan, Osetya, Karaçay gibi muhtar
cumhuriyetler ile Oblastlarda yaklaşık 6 milyon Kafkas akraba topluluğu
yaşamaktadır. Bunların bir milyondan fazlasını ise Kumuk, Karaçay, Balkar,
Nogay ve Kundurlar gibi Türk boyları oluşturmaktadır. Kuzey Kafkaslardan,
Moldova'ya kadar uzanan bölgelerde ise II. Dünya Savaşı sonrasında yurtlarından
sürülen Kırım ve Ahıska Türkleri ile Hristiyan Gagavuz ve Musevî Karaim ve
Kırımçakla bulunmaktadır. Bu toplulukların toplam nüfusunun bir milyona
ulaştığı tahmin edilmektedir.
Doğu Türkistan'da
yaşayan Türkler, Batı Türkistan'daki soydaşları kadar şanslı değillerdir.
Sovyetler ile birlikte Türkistan'ı bölen Çinliler, Doğu Türkistan'ı, Sincang
(sonradan kazanılmış topraklar) adıyla işgal ederek, büyük çoğunluğunu
Uygurların oluşturduğu Türkleri tam bir baskı ve zulme tâbi tutmuşlar ve
tutmaya devam etmektedirler. Doğu Türkistan'da, Sincang-Uygur muhtar
bölgesinde, Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek ve Tatar asıllı yaklaşık 20 milyon Türk
yaşamaktadır. Çin'in Kansu bölgesinde de yüz bin dolayında Salar Türkü
bulunmaktadır.
Afganistan'ın
kuzeyi ve Tacikistan'da önemli oranda Türk nüfusu yaşamaktadır. Herat, Tükurgan
ve Mezarışerif ile Maymana, Maruçak, Andhoy ve Vahan civarında iki milyonu
aşkın Özbek, Teke, Yamut, Sarık ve Salur boylarına mensup beş yüz bini aşan
Türkmen ve Yüz elli bini bulan Kırgız, Kazak ve Karakalpak bölgenin asli
unsurlarını oluşturur. Günümüzde Kuzey Afganistan Türkleri, Afganistan
yönetimini ele geçirmiş olan Talebanlara karşı mücadele vermektedir. Yoğun Türk
nüfusunun bulunduğu diğer bir bölge de İran'dır. İran nüfusunun neredeyse
yarısını oluşturan yaklaşık 20-25 milyon Türk asıllı kavim ve topluluk bu büyük
coğrafyada yaşamaktadır. İran'daki en büyük Türk grubunu yaklaşık 20 milyona
varan nüfuslarıyla, Güney Azerbaycan'da yaşayan Azerî Türkleri oluşturur. XIX.
yüzyıl başlarında Gülistan ve Türkmençay anlaşmalarıyla İran ve Rusya,
Azerbaycan'ı bölmüş ve Aras'ın kuzeyi Rusya'da kalırken, Güney Azerbaycan
İran'ın elinde kalmıştır. Tebriz, Erdebil, Urmiye, Hoy, Maku, Culha vb. gibi
bölgeleri içine alan, yüz bin km2'yi aşan yüz ölçümüyle Güney Azerbaycan Fars
milliyetçiliğinin tehdidi altında bulunmaktadır. İran'ın güneyindeki Fars
eyaletinde konargöçer yaşayan Kaşgay'lar 500 bini aşan nüfuslarıyla İran'daki
diğer önemli bir Türk unsurudur. Türkmenistan sınırına yakın bölgelerde ise
Yamut, Göklen, Sarık ve Salur boyuna mensup Türkmenler yaşamaktadır (500 bin).
Ayrıca bir milyonu bulan Afşar, Kaçar, Karapapak, Hamse, Şahseven gibi değişik
adlara sahip topluluklar, İran'daki güçlü Türk dünyası içerisinde yerlerini
almışlardır.
İSLAMİYETİN KABULÜNDEN ÖNCEKİ DÖNEM
A - GÖKTÜRK
DEVLETİ
Ergenekon Destanı
Birinci Göktürk
Kağanlığı
Doğu Göktürk Kağanlığı
Batı Göktürk Kağanlığı
İkinci Göktürk Kağanlığı
B - UYGUR
DEVLETİ
Uygur devletinin
kuruluşu
Turfan Uygurluğu
Sarı Uygurlar
C - DİĞER
DEVLETLER
Avarlar
Bulgarlar
a- Büyük Bulgar Devleti
b- Tuna Bulgar Devleti
c- İtil Bulgar Devleti
Hazarlar
Macarlar
Peçenekler
Kıpçaklar
Oğuzlar (uzlar)
Sabarlar
Türgeşler
Kırgızlar
Karluklar
Kimekler
Yorumlar
Yorum Gönder