Türk Kimliğinin Ortaya Çıkışı ve İlk Türkler
Türk’lük kavramının ortaya çıkışı bugün
Türk olarak tanımladığımız toplumların tarih sahnesine çıkması ile neredeyse
yaşıttır. Bunun yanında “Türk” ifadesinin nasıl ve ne zaman kullanılmaya
başlandığı ile ilgili yoğun bir handikap ve bilgi kirliliği mevcuttur. Araştırılması
ve bu araştırmaların arkeolojik çalışmalarla teyit edilmesi çok zor olan Asya
tarihi maalesef kimi tarihçilerin keyfe keder yorumlarlarıyla ciddiyetsiz bir
hal almış durumdadır. Günümüzde yapılan detaylı araştırmalarda ve Türk’lerin
ilişkide bulunduğu toplumların tarihlerinde kendi Tarihimizin izlerine
rahatlıkla ulaşabiliyoruz.
Türk toplumlarını teşkil eden “Amerind -
Beyaz Irk” melezi Ön Türk’ler, tarih sahnesine iki koldan (Aral Gölü ve
Tanrı Dağları) çıkmış, bu iki kol 4.000 Yıl önce ÖTÜKEN’de birleşerek yeni bir
toplum oluşturmuştu. M.ö. 2.000 li yıllarda ortaya çıkan bu toplum artık
Kendisine “Türk” demeye başlamıştır. Zira Aral’dan gelen Ön Türk kolu, buraya
göç etmeden önce kendilerine “Türk” demekteydiler. Aral Kolundan gelen Ön Türk’lerin
kendilerine Türk demeleri, Tanrı dağlarındaki buluşmadan 1000 yıl önce başlar.
Dolayısıyla Türklük kavramının kaynağına ulaşmamız için Kendilerine ilk Türk
diyen Aral’lı Ön Türk kolunun üzerinde yoğunlaşmamız gerekecektir.
Aral’lı Ön Türk’ler tarih sahnesine
-8.000’li yıllarda çıkmışlardı. Kuzeyden inen Amerind’ler ile Aral Gölünün
yerlileri olan Beyaz Irk mensubu iki toplum burada akrabalık bağı kurarak uzun
yıllar yaşamış ve en eski Ön Türk toplumunun temellerini oluşturmuşlardı.
Kendilerine henüz “Türk” demeyen bu toplum, binlerce yıl yaşadıkları Aral Gölü,
Hazar Denizi ve Doğu Kafkasya bölgelerindeki müstakil yaşantılarını şartların
gereği olarak medeni yaşama dönüştürmeye başladılar. Boylar ve Aşiretler
halinde yaklaşık 4 Bin yıl yaşayan bu toplumlar yaşamın kaynağı olan sulak
bölgeler üzerinden göç hareketlerine giriştiler. Bu göç hareketleriyle birlikte
ulaştıkları Mezopotamya’da yeni bir otoriter sistem inşa ettiler. M.ö. 4.000’li
yıllarda giriştikleri bu göç hareketi ile Dünya Medeniyetin temellerini atan
Sümer Devletler topluluğunun kurucu unsuru oldular.
Sümerleri tek başına bir ülke yada
müstakil bir toplum olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Kuzeyden gelen Ön
Türk kolları, bu bölgede Mezopotamya’nın yerli unsurları ile birlikte yaşayarak
teşkilatlı bir yönetim düzeni oluşturdular. Bu tarihe kadar Mezopotamya’da bir
medeniyet kurulmamıştı ve belli bir toplumun vatanı olarak kabul
edilmemekteydi. Daha önce Devlet ve Medeniyet tecrübesi olmayan bu toplumlar
bir nevi Birleşmiş Milletler halinde kurallara dayalı, birbirleri ile iyi
komşuluk ilişkilerini esas almış bir ortak yönetim biçimi oluşturdular.
Tarihçiler, günümüzde bu yönetime “Site Devletleri” adını verirler. Bu yönetim
biçiminde her toplum kendi Şehrinde yaşıyor, kendi Kralı tarafından yönetiliyor
ve diğer toplumların yönetimlerine karışmıyordu. Bunun yanında tüm Sümer Şehir
Devletleri aynı dini inanışlara sahip, aynı dili konuşan, aynı toplumsal
kurallar ve birbirine çok benzeyen yaşayış şekilleri ile varlıklarını devam
ettirmekteydiler. Bu yönetim biçimi binlerce yıl ayakta durmuş, medeniyetin
temeli olan Yazıyı keşfetmiş ve kullanmaya başlamış, toplum olarak güçlendikçe
sayıları hızla artmıştır.
Pek çok tarihçi Sümer Devletinin
kurucularının Asya’lı olduğunu kabul eder. Asya’dan göç ettikleri ve Beyaz
Irk’a mensup Yuvarlak Başlı (Brakisefal) bir ırk olduğu kesin olarak tespit
edilen Sümer toplumunun Türk Alfabesi ve Türkçe ile çok yakın bağıda Sümerlerin
Ön Türk kökenli bir devlete sahip olduğunu açıkça ortaya koyar.
Kuzeyden inen Ön Türk toplulukları da bu
Site Devleti içerisinde Kurucu Unsur olarak yer almış ve varlıklarını Sümer
Medeniyeti içerisinde devam ettirmişlerdir. Bu toplumun kendisine TÜRK demesi
de, Sümer Site Devletlerine katılmasından birkaç yüz yıl sonra gerçekleşir.
Zira Sümerlerin son dönemlerinde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olduğu
ortaya çıkmıştır. Sümer Devletini yıkan Akadların (Arapların Ataları) Kralı
Naramsin, Sümer Devletlerine açtığı savaşta mücadele ettiği Şehir Devletlerinin
ve Krallarının isimlerini yazıya dökerek kayıt altına almıştı. Bu kayıtlarda
TÜRKİ adlı bir Şehir devleti olduğu, Kralının adının İL-şu Nail olduğu
belirtilir. Hem ülkenin isminin TÜRKİ olması, hemde Kralın unvanının Türkçe
olması bu şehir devletinin ilk TÜRK devleti olduğunu ortaya
çıkartmaktadır.
Sümerlerdeki TÜRKİ adlı Site devletinin
varlığı ve halkının Türkçe konuşuyor olması bu toplumun ilk Türk Devleti
olduğunu ortaya koyuyor. Peki Sümerlerin son dönemlerinde varlığı kesin olarak
ortaya çıkan TÜRKİ Devleti ne zaman vücut buldu ve tarih sahnesine çıktı?
Sümer araştırmacıları, Sümerlerin
kurulduğu ilk dönemlerde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olmadığını
belirtiyor. Yani Sümerlerin ortaya çıktığı -3.500 lü yıllarda TÜRKİ adlı bir
toplum yoktu. Aral boylarındaki Ön Türkler, Sümer devletinin kuruluşunda asli
unsur olarak rol oynadığında kendisine TÜRK unvanı vermemişti. Bu unvanı birkaç
yüz yıl sonra Büyük Tufan sonrasında edindiler.
Sümerler, kurulduktan yaklaşık 500 yıl
sonra Mezopotamya topraklarında büyük bir Tufan meydana gelmişti. Bu tufan,
geniş bir coğrafyada etkili olmuş, çok sayıda insan sular altında kalarak
ölmüş, medeniyetler ve şehirler önemli ölçüde yok olmuştu. Bulgulara göre bu
Tufan -3.000 yılları civarında gerçekleşti. Zira Tufan’a ait bilgiler Tufanın
Sümerler döneminde yaşandığını ortaya koymaktadır. Tufandan ilk bahseden yazılı
kayıtlar -2.500 yılına aittir. Yani Tufan -2.500 lü yıllardan daha önce meydana
gelmiştir. Sümerlerin yazıyı -3.200 lerde kullanmaya başladığını ve pek çok
yazılı eser bıraktığını düşünürsek Tufanın yaklaşık olarak -3.000 yıllarında
meydana gelmiş olduğu sonucuna varabiliriz. Bu Tufan, aslında pek çok kişinin
bildiği Nuh Tufanıdır. Zira Tufan ile ilgili destanlar, hikayeler ve kayıtlar
Kuran’da belirtilen Nuh Tufanı ile birebir örtüşmektedir.
Yaşanan Tufan sonrası Sümer Devletler
topluluğu halen ayaktaydı ve güçlü bir yapıya sahipti. Düşünülen odur ki, Aral
gölünden Mezopotamya’ya inen Ön Türk’ler burada kurdukları Şehir Devletini
Tufan sonrasında yeni bir inanışa göre yeniden adlandırdılar. -3.000 lerde
yaşandığı düşünülen Tufan’dan sonra Hz. Nuh, çocuklarını toplumların başına
Lider olarak göndermişti. Arap Tarihçilerinin bu konuda yaptıkları araştırmalar
oldukça ilginçtir. Bu araştırmanın sonuçları bizi Aral Gölünden Mezopotamya’ya
göç eden toplumların tufandan sonra kendilerine TÜRK ünvanı verdiği gerçeğine
ulaştırıyor.
Nuh Tufanına ait bilgiler hem kulaktan
kulağa yayılan ve masallaştırılan efsanelerde, hem Tarih araştırmacılarının
elde ettiği muhtelif tespitlerde, hem Tevrat ve İncil’de, hem de Kur-an’ı
Kerim’de geçmektedir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler Hz. Nuh’un
oğullarından yeni nesiller türediğini belirtiyor. Burada “Türemek” kavramı
muhtemeldir ki hem kendi soyunu devam ettirmek hem de toplumların liderliğini
üslenmek olarak edebi bir dille ifade edilmiş. Zira Tufandan önce varolan
kavimlerin birçoğu Tufandan sonrada varlıklarını devam ettirmiştir. Arap
tarihçi ve yazar Said bin El-Müseyyeb Nuh’un Ham, Sam ve Yafes adında üç
oğlunun olduğunu ve bu oğullarının soylarından kavimler meydana geldiğini
belirtir. Bunun yanında Nuh’un oğullarının soyundan gelenlerin isimleri de bu
araştırmalarda ulaşılan önemli bilgilerdendir. Bu bilgiler bize hem Türk
toplumunun hem de komşusu olan diğer toplumların nasıl kimliklerini
kazandıklarına dair önemli ipuçları verecektir.
Gılgamış Destanı, Hatti Kayıtları, Sümer
Yazıtları, Tevrat, İncil ve Kur-an’ı Kerim’de elde edilen bilgiler ışığında
ortaya çıkan bilgiler, Hz. Nuh’un çocuklarının ve çocuklarından olan
çocuklarının (Torunlarının) isimlerini şu şekilde tespit etmiştir ;
Hz. Nuh’un oğulları Ham, Sam ve Yafes.
Ham’ın Oğulları ; Kuş, Mizraim, Put, Kenan.
Sam’ın Oğulları ; Elam, Asşur, Arpaçşad, Lud ve Aram.
Yafes’in Oğulları ; Türk, Gomer, Mogog, Madai, Javan, Tubal, Meşeç,
Tiras.
Hz. Nuh’un çocuk ve torunlarının
isimleri mutlaka tanıdık gelecektir. Zira Türk kavmine olduğu gibi pek çok
kavme isim babalığı yapan bu isimler, hem dünya medeniyetini yeniden inşa
etmiş, hem temel kültürleri oluşturmuş hem de Dünyanın demografik temellerini
atmıştır. Bu isimlerden en tanıdık gelenleri Elam’ın başına geçtiği kavim
Elamlılar olarak anılmış, Asşur’un başına geçtiği kavim Asurlular olarak
anılmış, Aram’ın başına geçtiği kavim Aramiler olarak anılmış, Arpaçşad’ın başına
geçtiği kavim Araplar olarak anılmış, Türk’ün başına geçtiği kavimde Türkler
olarak günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Aslında bu bilgi yakın zamanda ortaya
çıkmamıştır. Binlerce yıldır bilinen, Bozkır Türk’lerince efsane olarak babadan
oğula anlatılan bir mitdir ve Selçuklu döneminde Anadolu ya giren Türkler
içerisinde bile anlatıla gelmiştir. Öyle ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda
Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu da bu bilgiyi Halk dilinden kaleme
almış ve gerçekliği üzerinde araştırmalar yaparak itibar etmiştir. Bu
bulgular ışığında Atatürk de Türk’lerin kökenini Nuh’un torunu Türk’e
dayandırmıştır. Bunun yanında ilginçtir ki Bozkır efsanelerinde söz edilen
unsurlara Arap efsanelerinde de rastlanmaktadır. Birbirleriyle ilk teması M.s.
8. Yüzyılda gerçekleşen Türkler ve Araplar, aynı efsaneyi bu ilk temastan
yüzlerce yıl önce yazıya dökmüştü. Elbette literatür tarihçileri bu bilgiye
efsane ve masal olarak bakmış, itibar etmeyerek ciddiye almamıştır. Oysaki
yakın zamanda ortaya çıkartılan Sümer yazıtları, Hatti yazıtları, Gılgamış
destanı, Arap tarihçilerinin araştırmaları, Etimolojik ve Arkeolojik bulgular
her halükarda bu tezi desteklemekte ve gerçekliğini ortaya
çıkartmaktadır.
Artık bugün, tarafgir nitelikleri açıkça
ortaya çıkmış, yanlı tezleri birer birer çürütülmüş batılı politik tarihçilerin
literatüre geçirdiği kusurlu ve yanıltıcı bilgilere itibar etmek yerine
tarihsel bulguların ve kesinlik kazanmış delillerin bizi ulaştırdığı mantıkla
ortaya çıkan ve bizzat Halkın Tarihiyle teyitlenen bu bilgiye itibar etmeli ve
sahip çıkmalıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder