“Türkiye’de ne kadar Türk var?”, “Anadolu Türkleri neden çekik gözlü değil?”, “Türkiye’de Türk var mı?” gibi… Kafanızdaki sorularınızın umarım cevabı olur.
TÜRK FETHİ ÖNCESİ ANADOLU’NUN DURUMU
Türkler gelmeden önce Anadolu, daha önceki istilalar ve savaşlar nedeniyle fazla bir nüfus barındırmıyordu.
Anadolu’nun üç kıtayı birbirine bağlayan stratejik konumu, bölgenin sürekli tahripkar mücadelelere sahne olmasına neden olmuştur. İlk olarak Bizans-Sasani savaşları Anadolu’nun iki devlet arasındaki güç mücadelesine sahne olmuştur. Hatta 516’da Bizans, Sasanilere karşı Sabirler ile anlaşmış ve Boğarık Hatun önderliğindeki çok sayıda Sabar Türkü, Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya göçmüştür. Uzun süre Güney Kafkasya ve Anadolu’da etkili oldukları ve Bizans Devletine hizmet ettikleri bilinmektedir.
Sasani Devletinin Araplar tarafından yıkılmasıyla birlikte, Anadolu Arap akınlarına sahne olmuştur. Henüz 7. ve 8.yüzyıllarda Arapların Anadolu’ya düzenledikleri seferler ve yağma hareketleri nedeniyle Hıristiyan nüfusun önemli bir kısmı batıya ve uzak kıyılara kaymıştır. Araplar, tabiat şartlarının kendilerine uygun olmaması nedeniyle Anadolu’ya yerleşmemişlerdir. Bunun yerine, Toroslar üzerinden Anadolu içlerine akınlar yapmışlar, çeşitli kent ve köyleri yağmalayıp bol ganimet elde etmişlerdir. Araplar, Abbasilere kadar olan dönemde Erzurum’dan Tarsus’a kadar uzanan hattı ele geçirmiştir. Anadolu içlerine yapılan tahripkar akınlar nedeniyle nüfusun önemli bir bölümü, kıyı kesimlere ve batıya doğru kaymıştır.
11. yüzyılın başlarında Bizans İmparatorluğu, daha önce Van çevresinde hüküm süren Vaspurakan Krallığına bağlı Ermeni tebaasını, Anadolu’nun içlerine yerleştirerek tenhalaşan bölgeleri iskan etmeye çalışmıştır. 11. ve 12. yüzyıllarda Bizans İmparatorluğunun, Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Kıpçak, Uz (Oğuz) ve Peçenek unsurlarını da Anadolu’ya yerleştirdiği bilinmektedir.
Türk istilası ise sanıldığının aksine 1071 öncesinde başlamıştır. Örneğin 1054 yılında Erzincan ve Bayburt havalisi yağmalanmıştır. 1057’de Çağrı Bey’in oğlu Yakutî, Sivas’ı almış ve Kayseri’ye kadar ilerlemiştir. 1069’da Türkler, Konya’yı ele geçirip yağmalamıştır. Tüm bu gelişmeler üzerine, Romanos Diogenes, Türkleri durdurmak amacıyla 1071’de Malazgirt Savaşını yapmıştır. Türklerin 1071 zaferi ile artık Anadolu’da kendilerini durduracak bir güç kalmamış ve bu tarihten sonra fetihler kalıcı olarak gerçekleşmiştir.
Türklerin akınları sırasında, Anadolu’nun ne kadar tenhalaştığını gösteren bazı tarihi kayıtlar da mevcuttur:
Devrin Malatya Metropoliti ve Tarihçi Suryani Mihail: “Türklere karşı yenilen Rumlar, bir daha onlara karşı duramadılar. İmparator Mihail’i korku aldı. Korkak ve kadınlaşan müşavirlerinin sözlerine bakarak sarayından ayrılıp Türklere karşı çıkamadı. Hıristiyanlara acıyarak adamlar gönderdi. Pont çevresinde kalmış halkın bakiyelerini, eşyalarını atlara ve arabalara yükletip, denizin ötesine (Balkanlara) nakletti. Böylece ahalisiz kalan bu bölgelerde Türklerin yerleşmesine yardım etti ve bu sebeple de o herkesin tenkidine uğradı.”
Rumlar kıyı bölgelere, batıya ve Balkanlara kayarken, Ermeniler de İç ve Güney Anadolu’nun dağlık kesimlerine sığınmıştır. Dönemin bir Ermeni müellifi tenhalaşmayı şu şekilde aktarmaktadır: “1080 yılı Mart’ına doğru, Okyanus Denizi berisinde (Anadolu) bulunan bütün Hıristiyan memleketleri Türklerin istilasına uğramış ve hiçbir vilayet bundan kurtulamamıştı. Birçok vilayet boşaldı, artık doğu milleti mevcut değildir.”
Malazgirt’ten sonra kitlesel Türk göçüyle ilgili Bizans kaynaklarında şu ifadeler geçmektedir: “Kara ve deniz sanki bütün dünya, kafir barbarlar (Türkler) tarafından işgal edildi ve ıssızlaştırıldı. Onlar doğunun (Anadolu’nun) bütün köylerini, evleri ve kiliseleriyle birlikte yağma ve istila ettiler.”
Anadolu’nun kapılarının açılmasıyla birlikte konar göçer Türkmenler, Ceyhun ve Horasan bölgesinden önce İran ve Azerbaycan’a, oradan da Anadolu’ya yerleşmeye başlamışlardır. Saltuklular, Danişmendliler, Artuklular, Mengücüklüler ve Sökmenliler (Ahlatşahlar)’ın yaptıkları fetihlerle Anadolu’da Türkmen beylikleri kurulmuştur.
ANADOLU’NUN TARİH BOYUNCA NÜFUS YAPISI
Anadolu’nun Türkler gelmeden önceki tahmini nüfusu 10. yüzyılda 8 milyon olarak tahmin edilmektedir. Fakat Türk istilasıyla birlikte nüfusun önemli bir kısmı batıya, kıyı bölgelere ve Balkanlara doğru kaymıştır. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin büyük bir titizlikle yaptığı 16. yüzyıl nüfus sayımlarında dahi Anadolu’nun toplam nüfusu bu rakamı asla bulmamaktadır. Örneğin 1520-1530 yılları Anadolu nüfusu, yaklaşık 6 milyondur. Bu durum, Türkler Anadolu’ya gelmeden önceki nüfus tahminlerine şüpheyle bakılmasına yol açmaktadır. Yine Bizans döneminden kalma devrin nüfusuyla ilgili kesin diyebileceğimiz somut veriler (devlet arşivleri ve kayıtlar) bulunmadığı için Türk istilası öncesi Anadolu nüfusu hakikatte bir muammadır.
Osmanlı Devleti arşiv kayıtlarına göre, 1520-1530 yılları Anadolu’nun toplam nüfusu, 5.755.080‘dir. Kayıtlarda bu nüfusun %7’si Hıristiyan; %93’ü ise Müslümandır. Bu nüfusun 5.336.625 kadarlık kısmını konar göçer Türkmenler oluşturmaktadır. Kayıtlara bakıldığında 16. yüzyılda Türkmenlerin büyük bir çoğunluğu konar göçer halde (yaylak kışlak) yaşamaktadır.
Türkmenlerin zorunlu olarak bir yere iskan edilmeleri, Köprülü Fazıl Mustafa Paşa‘nın sadareti döneminde gerçekleşmiştir. 18 Mart 1692 tarihli ferman ile Türkmen oymak ve aşiretlerinin yaylak ve kışlaklarına zorunlu yerleştirilmesine karar verilmiştir. Zorunlu iskan faaliyetleri, iskan katibi, iskan mübaşiri, iskanbaşı, kethüdalar ve iskan beyleri eliyle taşrada devam etmiştir. Çoğu zaman oymaklar parçalanmış ve Türkiye’nin farklı yerlerine yerleştirilmiştir. Kimi zaman oymakların bir kısmı kışlaklarına bir kısmı da yaylaklarına yerleştirilerek bölünmüştür. Konar göçerlerin iskanı 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Açıkça görülmektedir ki, 1520-1530 yıllarında toplam Anadolu nüfusunun %90’ını Türkmenler oluşturmaktadır. Bu, bir iddia değil, Osmanlı arşivlerine dayanılarak ispat edilmiş bilimsel bir gerçektir. Nitekim bu gerçeği, otozomal DNA sonuçları da kanıtlamaktadır. 1914 yılı nüfus sayımına göre Anadolu nüfusunun (Trakya ve Kürt ağırlıklı iller dahil edilmediğinde) yaklaşık %10’unu yine Ermeniler ve Rumlar oluşturuyordu. Ermeni ve Rumlar hiç bir zaman Anadolu’da çoğunluk teşkil edemedikleri için bu coğrafyada bir devlet kurmayı başaramamışlardır. İşte bu yüzden son yıllarda genetik bilimi kendi ideolojileri için kullanan şuursuz kesim, Anadolu’da az Türk göstermek ve Türklerin kökenlerini Ermeniliğe, Rumluğa bağlama gibi art niyetli teşebbüslere girişmişlerdir. Bu tür iddiaların genetik olarak hiç bir dayanağı olmadığı gibi, tarihî olarak da somut delilleri asla olmamıştır.
Ayrıca Anadolu’daki Türkmen ve Yörüklerin, 1520-1530 sayımlarındaki %90 gibi yüksek bir oranla varlığının olması, ABD’li Wells’in elite-dominance modeli ile tamamen çelişmektedir. Nitekim elite-dominance modeli, Hindulaşan Babürlüler, Gazneliler, Slavlaşan Avarlar, Avrupa Hunları, Peçenekler ve Kumanlar için kısmen geçerli olsa da bu durum asla Türkler (Osmanlılar ve Selçuklular) için söz konusu olmamıştır. Çünkü Türkler bu coğafyaya büyük bir kitle göçü ile gelmişler ve bu göçler 2-3 asır boyunca doğudan beslenmeye devam etmiştir.
TÜRKLERİN GENETİK YAPISI: DOĞU VE BATI TÜRKLERİ
“Türkler, Anadolu’ya gelmeden önce nasıl bir genetik yapıya sahipti?” sorusuna verebileceğimiz en makul cevap, Hazarötesi Oğuzlara benzedikleri yönünde olabilir. Nitekim Anadolu’ya göçenler, Kazak, Kırgız, Tuva, Başkurt vb Türkî halklar değildi. Anadolu’yu yurt edinenler Hazarötesinden göçen Oğuz boyları (Türkmenler) idi.
Fakat 13. yüzyılda Maveraünnehr ve Harezm çevresinin, Moğol istilasına maruz kaldığı gerçeğini hesaba katarsak, Türkmenlerde de bir miktar Mongoloidleşme olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. Fakat buna rağmen Türkmenistanlı Türkmenler, genel olarak Türklerle genetik olarak büyük bir benzerlik göstermektedir. Nitekim Moğol istilasına en az maruz kalan Türkiye Türklerinde ortalama %10 olan Mongoloid oranı, Türkmenistan’da %18 civarındadır ki bazı Türkmenlerde bu oran %10 civarındadır. Bir bakıma Türkmenlerin Mongoloid oranlarının bireysel bazda dalgalanması göz önüne alınırsa, %5 ve %10 arası fark Türkmenlerin Moğol istilasına maruz kalmasıyla açıklanabilir.
Hatta öyle ki Anadolu’daki karışımsız bir Yörük veya Türkmen, Orta Asya’da uzun süre Moğol hükmü altında yaşamış olan bir Orta Asyalıdan daha saf ve daha arı bir Türk’tür. Zaten Göktürkler’den Selçuklu ve Osmanlılara kadar büyük imparatorluklar kuran ve cihan hakimiyetini sağlayanlar da mevzubahis Oğuz Türkleridir. Anadolu Türkü (Yörüğü ve Türkmen kökenlisi), en saf haliyle özünü, kültürünü, dilini koruyabilmiş öz Türklerdir. Osmanlı tahrir defterleri, sözkonusu Anadolu Türklerinin %90 oranında yörük ve Türkmenlerden geldiğini göstermektedir. Biraz önce de yazımızda bunu gösteren Osmanlı kayıtları tablo halinde verildi ve tahmini nüfus hesaplamaları yapıldı.
Batı Türkleri, bilindiği üzere çoğunlukla Oğuzlara mensuptur. Bir miktar Kıpçak da yine bu teşekkülün içerisinde azınlık olarak yer almış, dışarıdan gelen çok az miktardaki Moğol unsur ise Türkler içerisinde eriyerek Türkleşmişlerdir. Bir Türk, Moğol olmadığı gibi; bir Moğol da asla Türk değildir ve olamaz da. Her bir unsuru kendi içerisinde değerlendirmek gerekir. Türkleri de genetik olarak incelerken birbirine en yakın grupları mukayese ederek değerlendirme yapmakta fayda vardır. Türkler ve Moğollar geçmişte birbirleriyle komşuluk yapsalar da tam olarak aynı kaynaktan gelmedikleri (kesişen ortak atalar mevcuttur) bilinmektedir. Türklerin tarihte Moğollar ve Tunguzlarla (tıpkı Çinliler gibi) düşman olduğu ve onlarla mücadele edildiği Orhun yazıtlarında da geçmektedir. Göktürk yazıtlarında Türklerle aynı budundan olduğu belirtilen unsurlar, Oğuzlar ve Türgişlerdir.
Bu veçhile, yüce Oğuz soyuna mensup Türkiye ve Azerbaycan Türkleri, gerek dil ve kültür olarak, gerekse fenotip (dış görünüş) olarak, en fazla Türkmenistan Türklerine (daha sonra Özbeklere, Uygurlara vb) benzemektedir. Nitekim Türkmenistan’ın önemli bir kısmını Faruk Sümer’in tanımıyla Hazarötesi Oğuzlar oluşturmaktadır. Türkleri Kazak, Kırgız, Başkurt veya Altaylılarla genetik olarak kıyaslamaktansa, en yakın tarihi akrabaları olan Hazarötesi Oğuzlar ile karşılaştırmak en makul yaklaşımdır. Bunun aksini düşünen elbette art niyetlidir; Türk değil, Türk’ün düşmanıdır! Benzer şekilde otozomal DNA çalışmalarında Uygurların Özbeklerle, Kazakların da Kırgızlarla genetik olarak kıyaslanması daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Burada değinilmesi gereken diğer bir husus da Gök Türklerin esasında hiç bir zaman şaman olmaması ve Oğuzlarda da şamanlığın olmayışıdır. Hatta İbn Fadlan, Oğuzların dinsiz olduğunu, ara sıra ellerini göğe kaldırıp Tengri dediklerini seyahatnamesinde aktarmaktadır. Bunun dışında bir inanç şekillerinin, ayinlerinin, ibadetlerinin olmadığını belirtmektedir. Şamanlık Türklerin (hele ki Oğuzların) asla ata dini değildir ve olmamıştır; esasında bir Moğol-Tunguz tapınma şeklidir. Bu bağlamda Türkler Tengri dinine mensuptur denilebilir; ancak Moğol ve Tunguz etkisiyle şamanist adetler bazı Türk unsurlara geçmiştir. Moğollarla kaynaşma sonucu özellikle Altaylı Türklerde Şamanlığın tesiri görülmüştür. Eski Türk Dininin Şamanizm olmadığıyla ilgili ayrıntılı bilgi için Prof. Dr. Saadettin Yağmur Gömeç’in “Şamanizm ve Eski Türk Dini” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederiz. Genetik mukayesede de Mongoloid bileşenleri fazla taşıyan Türkî unsurlarda Şamanlığın daha çok görüldüğü bir gerçektir.
Oğuzlar (Türk, Azeri ve Türkmenler), kendi içlerinde genetik bir bütünlük arz etmekle birlikte otozomal olarak en yakın oldukları gruplar Kafkasya Türkleri, Kırım Türkleri ve Özbeklerdir. Y-DNA alt dalları bazında mukayese yapıldığında Oğuzlar, bu budunlara ilave olarak Uygurlarla (muhtemelen Dokuz Oğuz soyluları nedeniyle) ve Nogaylarla aynı köklerden gelmektedir.
Diğer taraftan, Kazaklar ve Kırgızlar, Türklerle Turan ülküsü altında bir kültürel birliktelik olarak değerlendirilse de, genetik olarak oldukça Türklerden uzak (daha çok Mongoloid ağırlıklı) ama dil olarak Türkî konuşan unsurlardır. Bunda Kırgızların en eski ana yurtları olan Baykal gölü çevresinde uzun yıllar Tunguz, Evenk vb halklarla iç içe yaşamış olmaları bir sebep olarak öne sürülebilir.
Kırgızlar temelde Türkî kökenli olsalar da genetik olarak yoğun bir Mongoloidleşme geçirmişlerdir. Yine Kazakların Kırgızlar ve doğudan gelen Mongoloid unsurlarla karışarak oluşan genç bir Türkî budun olduğu da bilinmektedir. Genetik veriler de bu karışımı doğrulamaktadır.
Her budunun kendi içerisinde değerlendirilmesi yaklaşımını temel alarak, Türkleri Türkmenlerle karşılaştıran aşağıdaki tabloyu hazırladık. Diğer bir ifadeyle Batı Oğuzlarının Doğu Oğuzlarıyla kıyaslanması….
Aşağıdaki tabloya üç unsur dahil edilmiştir.
- Türkmenler: Otozomal DNA verileri Gedmatch’ten alınan 9 adet Türkmenistanlı Türkmene ait verilerin ortalaması dahil edilmiştir.
- Türkler: Türkiye’de ikamet eden 32 Türk kökenli vatandaşın DNA verileri ortalamaya dahil edilmiştir.
- Antik Anadolu İnsanı: İsa’dan önce 6000 yılına ait yerli Anadolu (Barçın) insanının genetik verisi (I1583 no’lu M411713) dahil edilmiştir. (Mathieson 2015)
Bu yazımızda, Türkiye Türkleri “Türkler”, Türkmenistan Türkleri “Türkmenler” olarak adlandırılacaktır.
Genetik veriler, MDLP K23b hesaplayıcısı ile işlenmiştir. Buna göre;
- Türkmenler ve Türkler, oran olarak birbirine yakın genetik bileşenlere sahiptir. Aradaki son 850 yıllık zaman dilimini değerlendirecek olursak; Early Farmer ve Near East oranlarındaki hafif artışlarından dolayı Türklerin yerlilerle %10 civarı karışıma uğradıklarını anlıyoruz. South Indian oranındaki hafif artış nedeniyle Türkmenlerin ise %5 oranında İrani halklarla, East Eurasian oranlarındaki %5 civarı artıştan da Moğollarla karıştıklarını anlıyoruz. Sonuç itibariyle Türkiye Türkleri ve Türkmenler, ortalama %80-90 oranında birbirleriyle genetik olarak akrabadır.
- Antik Anadolu insanının %46 oranında Akdeniz kökenli olduğu görülmektedir. Bu oran Türklerde sadece %11, Türkmenlerde ise %3,5’tir.
- Antik Anadolu insanı, Türklerden daha az Northwest Asian (diğer adıyla Caucasian) bileşenine sahiptir.
- Antik Anadolu insanı, Türklerden dört kat daha fazla Mediterranean/Akdeniz (diğer adıyla Early Farmer) bileşenine sahiptir.
- Antik Anadolu insanı, daha fazla Kuzey Afrika ve Orta Doğu bileşenlerine sahiptir.
- Antik Anadolu insanı, Türklerdeki bir çok genetik bileşeni taşımamaktadır.
.
Ortalamaya dahil ettiğimiz bazı Türkmenlerde Tunguz oranı %4 civarında seyretmektedir; bazı Türkmenlerde ise bu oran %8-9 civarındadır. Genel ortalama alındığında bu oran %7 civarındadır. Türkmenlerde Tunguz oranının tutarlı olmaması, bu bileşenin Türkmenlere 13. yüzyılda Moğol istilası ile geldiğini göstermektedir. Nitekim bu bileşen çok daha eskiden kalma olsaydı, Türkmenler arasındaki Tunguz bileşenindeki bireysel dalgalanmalar bu denli fazla olmaz, daha tutarlı ve birbirine yakın sonuçlar göstermesi gerekirdi. Benzer şekilde East Siberian (Doğu Sibirya) bileşenindeki kişilere özgü dalgalanma da bu bileşenlerin Moğol istilası ile Türkmenlere girdiğini göstermektedir. Türkmenlere ait MDLP K23b sonuçları birebir incelendiğinde, Moğol istilası öncesi Tunguz oranının %4, Doğu Sibirya oranının ise %3 civarında olduğu tahmin edilebilir
Yorumlar
Yorum Gönder